YURTDIŞI ‘NA GİTME HASTALIĞI

Doların yükselmesi ile başlayan, insanların lüks ihtiyaçlarını karşılayamamasından kaynaklı yaşadığı zorluklar ile beraber ortaya çıkan bir ideoloji halini aldı, gençlerdeki bu yurtdışı ‘na gitme hayali. Tek derdi, yüksek refah ve daha kaliteli bi yaşam olan gençlerin yakalandığı bir hastalık olarak tanımlıyorum yurtdışı hayalini. Aslında ortada bir yanlış yok, yani yurtdışı ‘na gitme düşüncesi gayet tabiidir. Çünkü gerçekten doların yükselmesi ile beraber telefon, otomobil, dolarla dolaylı yollarla bağlantılı fosil yakıtlardaki pahalılıktan kaynaklı gıda ihtiyacı vs. Bu örnekleri baya bi uzatabiliriz. Herşey gerçekten çok pahalı. Kira, faturalar, gıda vs giderlerini karşılamak gerçekten çok zor. Bu şekilde düşündükleri için kimseyi suçlayamayız. Yurtdışı ‘nda da işler buradan güzel gözüküyor. Ama askında yurtdışı ‘nda da işler karmaşık.
Sokaklarda mikrofon uzatılan insanları hepimiz görüyoruz. Sadece bir tarafın mikrofonundan bahsetmiyorum. Her iki farklı düşüncenin de taraftarları tarafından yapılan bu röportajlarda ortak bir nokta var. İktidar tarafında da olsa, karşısında da olsa herkes muazzam derecede öfkeli. Sürekli birileri, birilerini suçluyor. Hiç dolandırmadan durumu açık bir şekilde ifade etmek gerekirse; muhalif kanattaki vatandaşlar(bu kitle genelde gençlerden oluşuyor), yukarıdaki bahsettiğim şikayetlerden yola çıkarak, iktidar kanadındaki vatandaşları cahil, geri kafalı, kör, bağnaz, aklı kıt gibi çirkin sıfatlar yakıştırmaktadır. Buna karşılık iktidar kanadındaki vatandaşlarda, muhalifler için vatan haini, kör, alkolik, ayyaş gibi çirkin sıfatlar yakıştırmaktadır. Bunlar gerçekten çok çirkin yakıştırmalar. Burada aslında 2 tarafta kendin açısından düşünüldüğünde haklı. Herkes inandığı değerler doğrultusunda fikirlerini savunuyor. Sadece anlatırken veya dinlerken biraz sıkıntı çıkıyor.

YANLIŞ OLAN NE?
Bir kere ekonomik zorluklardan dolayı yurtdışı ‘na gitme isteği olan gençlerin iç dünyasındaki o dürtü tamamen yanlış. Bu düşüncenin hiçbir tarafında vatan, bayrak, millet vb. kutsal kavramların esamesi yok. Neden? Dışardan bakıldığında tamamen kişisel menfaat ve yaşanılan zorluklardan kaynaklı vatanı terk etme dürtüsü olarak görüyorum bu durumu. Yani biz ne ara bu hale geldik anlamakta zorluk çekiyorum. Şahsi olarak benim gençlerden ve ekonomiden şikayet eden kişilerden beklentim şudur; bırak herşeyi bir kenara etimi liğme liğme etseler yine de vatanı terk etmem, mücadele ederim. Ekonomik sıkıntılar varsa, daha çok çalışarak para kazanmanın yollarını bulacaksın. Üretim yapıp memlekete faydalı olmaya çalışacaksın. Bekleyerek, birşeylerden şikayet ederek, birilerinden medet umarak ne kendine ne de memleketine bir faydan olmaz genç kardeşim. Yanlış anlama kesinlikle çok haklısın ekonomimiz gerçekten sıkıntıda, liramız gerçekten inanılmaz değer kaybetti, eskiden aldığımız birçok şeyi alamıyoruz farkındayım ama çözüm senin düşündüğün gibi değil.

OLANI BİTENİ VE SEBEPLERİ ANLAMAYA ÇALIŞMAK
Önce yapmamız gereken şey bundan 10-15 yıl öncesine göre bugün neden bu şekilde, bunun cevabını bulmamız gerekli. Şahsi olarak geçmişe dönüp baktığımda, dış politikada Türkiye oldukça dengeli bir politika uyguluyordu. Tabi ABD gibi ülkelerde benzer dengelerde politikalar izliyordu. Ancak öyle bir zaman geldi ki Dünya kaynamaya başladı.
Arap Baharı, Suriye İç Savaşı ve daha pek çok denge bozucu olay yaşanmaya başladı. Günümüzde en yakın örneği de Ukrayna & Rusya Savaşı. Tabi bunlar her şeyin görünen yüzü. Bunların yanında artık görünmeyen savaşlar başladı. Dünya her geçen gün daha da felakete doğru sürükleniyor. Ülkeler birbirine yaptırım uyguluyor. Her gün irili ufaklı çatışmalar baş gösteriyor. Hemen hemen bütün ülkeler çok hızlı bir biçimde silahlanmaya çalışıyor. Bunu görmek hiçte zor değil. Çünkü, yanı başımızda ki komşumuz Yunanistan, Lozan antlaşmasını bile hiçe sayarak dibimizdeki adaları tümüyle silahlandırdı. Bu da yetmezmiş gibi ABD gibi caydırıcı güçteki bir ülkeye de askeri üsler kurdurdu. Bu durumda Türkiye’de de bilindiği üzere son zamanlarda oldukça hızlı bir şekilde savunma sanayi gelişmeleri yaşanmakta.
SAVAŞIN TAM ORTASINDAYIZ
Yani demem o ki artık bizler bir savaşın tam ortasındayız, bunu kimseler inkar edemez. Evet, görünürde bir çatışma yok haklısınız. Ancak, tarihi okumasını bilen insanlar çok iyi anlarlar ki, henüz savaş tarihi ok-yay, kılıçla ve mızraklarla yazıldığı tarihte bile çatışma öncesinde ülkeler önce birbirlerine ekonomik harp uygularlardı. Mesela ticaret yolları kapatılır veya engellenirdi. Ticari anlaşmalar rafa kalkardı. Kısaca halkların yedikleri ekmek dahi bulunamayacak seviyeye getirilirdi. Ve sonrasında silahlar konuşmaya başlardı. Bu durum günümüzde de aynı, şu anda ciddi bir ekonomik saldırı altındayız. Sürekli yaptırım uygulanıyor. Savunma sanayide bile parası ödenmiş uçaklarımız verilmiyor. Hava savunma sistemlerimiz verilmiyor. Kanada SİHA’ların kameraları daha önce anlaşılmış olmasına rağmen vermedi. Peki bu ülkeler bunları neden yapar hiç düşündünüz mü? Çünkü savaş öncesinde düşmanınıza silah SATMAZSINIZ. Bakın konuyu gerçekten çok basit ele alıyorum. Bütün bunlara rağmen Türkiye ekonomisi mükemmel direnç gösteriyor, inanın.
Devlet bu direnci gösteriyor ama bize düşen ne?
Çıkıp mikrofonlarda bas bas bağırıp insanlara hain, kör, bağnaz demek mi? HAYIR! Alamadığımızdan şikayet ettiğimiz o lüks malları, kendimiz yapmamız, üretmemiz gerek. Örnek olarak Japonya’yı ele alalım doların belki de en yüksek olduğu ülkelerden birisi. Güncel kura göre 1 dolar yaklaşık 130 Japon Yeni. Bunlara bakarak bizde sadece 20 lira. Tam 6 kat fark var birim bazında bakacak olursak. Çünkü yurtdışındaki vatandaşlar bu şekilde söylüyorlar «birim olarak bak, birim olarak.» Bütün bunlara rağmen Japonya Dünyanın ilk 5 ekonomisinden biri. Bu kura rağmen neden böyle peki? Çünkü adamların bizim gibi iPhone’a ihtiyacı yok. Bizim gibi PlayStation fiyatlarıyla ilgilenmiyorlar. Kendileri üretip, ürettiklerini tüketiyorlar.
İşte bizimde yapmamız gereken tam olarak bu. Burada devlete kızılmaz, burada üretim yapmak yerine dış malları kâr koyarak ülkemizde satmak. Bedava para geliyor nasıl olsa. Adamlar üretiyor ben niye uğraşayım, alıyorum bayiliği kâr ediyorum sermayem artıyor. İşte burda kızılması gereken, devlet değil, sermaye sahipleri. Eylem yapılacaksa bunları kapısında yapacaksın. Ve bağıracaksın, «düşmanlarımızın köpekleri» diye. Biz yerli malı araba istiyoruz, yerli malı telefon istiyoruz, yerli malı bilmem ne istiyoruz. Siz sermaye sahibi insanlarsınız yatırımlarınızı yapın ve bunu bize üretin diye. Gelip gidip iktidarı suçluyorsunuz.
Devlet bir işletme değildir, kar amacı güden bir kuruluş değildir. Devlet senin-benim canımı-malımı korur, gözetir. Yol yapar, hastane yapar, hava alanı yapar, sosyal alanlar yapar, yani kısaca sosyal devlet anlayışı kapsamında yapması gerekeni yapar. Bakın, silah bile üretmez devlet, devlet üretim firması değildir, sanayi kuruluşu değildir. Silahları kim üretiyor; herkesin bildiği İHA SİHA üreticisi Baykar, milli muharip savaş uçağımızı üreten ve bir vakıf firması olan TUSAŞ. Bunlar üretir devlet, gider satın alır. Dünyanın her yerinde bu böyledir. Ama yok biz bedavaya o kadar alışmışız ki devlet bize baksın biz bedava yaşayalım. Bırakın bunları. Eğer bir şikayetiniz varsa elinizi taşın altına sokacaksınız. Ya da şikayet etmeyi keseceksiniz.

OLANI BİTENİ VE SEBEPLERİNİ BIRAZ OLSUN ANLADIYSAK
Evet, her şey günlük gülistanlık değil farkındayım. Daha kötü durumda insanlar var. Sokaklarda yaşıyor yiyecek bir ekmek bile bulamıyor. Burada da devlet suçlanamaz, en azından tek başına suçlanamaz, neden? Çünkü, Dünyanın en büyük ekonomisi olan ABD’de dahil evsiz insanların sayısı inanılmaz çok fazla. Bu her ülkede var malesef. Burada oturup devleti suçlayacağına, sen kazanacaksın ve «zekatını» vereceksin. Sana zor yetiyorsa daha çok kazanacaksın. Eğer gerçekten o insanları düşünüyorsan, sen o insanlar için daha çok çalışacaksın ve bakacaksın. Peygamber efendimizin’de söylediği gibi komşun açken, tok uyumayacaksın. (Bakın herkes bu şekilde değil biliyorum, kesinlikle onları tenzih ederim.) Odaklanman gereken şeyler bunlar değerli kardeşim. Hep bana, en çok bana değil.
GİDENE, KAL DENMEZ!
İlla gitmek isteyene zorla duracaksın diyemeyiz. Tabi ki de yurtdışı ‘na imkanını bulan, gitmek isteyen gitsin, bu o kadar kötü bir şey değil, ben sadece kalıp mücadele etmek gerekli diye düşünüyorum. Kimseyi suçlamadan, öfke kusmadan. Çünkü, bu siyasi bir mesele değil. Bu vicdani, ahlaki bir durum. Çanakkale Savaşı’nda dedelerimiz, yöneticiler bu hale getirdi memleketi, biz bu halde nasıl savaşacağız, ayağımıza giyecek ayakkabımız yok, ekmeğimiz yok, çay olmuş bilmem ne kadar, simit olmuş bilmem ne kadar diye ağlamadılar. Çıktılar ve aslanlar gibi savaştılar. Kaçmadılar, ekonomiden şikayet etmediler, iş başa düştüğünde sorumluluk alıp canlarını ortaya koydular. Şimdi genç kardeşlerim diyecek ki öyle bir zaman olsa bizde savaşırız. Yapma, kendini kandırma, rızkın azıcık kesildiğinde nasıl yurtdışına gitmek istediğini görüyoruz.
Umarım şikayet etmek yerine biz bu konuda ne yapabiliriz, ben ne yapabilirim, devletin yükünü nasıl hafifletebilirim, nasıl üretebilirim, nasıl kazanabilirim, diye soran gençlerden oluruz hepimiz.
Bizlere destek olmak ve içeriklerimizden haberdar olmak için lütfen instagram hesabımızı takip ediniz.
Sitemizde bulunan rastgele yazımıza gitmek için tıklayınız…